Legal Grounds for Reopening of Proceedings
Av. Ahmet SEYHAN[1]
ÖZET
Yargılamanın iadesi, kesinleşmiş mahkeme kararlarının olağanüstü bir denetime tabi tutulmasını sağlayan önemli bir hukuki kurumdur. Bu makalede, HMK kapsamında düzenlenen yargılamanın iadesi mekanizması detaylı bir şekilde ele alınmış; özellikle iade talebinin dayandırılabileceği sebepler, başvuru usulleri ve süreleri incelenmiştir. Ayrıca, bu kurumun bireysel hakların korunmasındaki önemi ve hukuk devleti ilkesine katkıları değerlendirilmiştir. Mahkemelerin kanuna uygun teşkil edilmemesi, vekil sıfatı taşımayan kişilerin davaya katılması, sahte belge ve yalan tanıklık gibi nedenler yargılamanın iadesi sebepleri arasında öne çıkmaktadır. Çalışma, yargılamanın iadesinin hukuki niteliğini, kapsamını ve sınırlarını açıklayarak uygulamada karşılaşılan sorunlara ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler
Yargılamanın iadesi, kesin hüküm, olağanüstü kanun yolu.
ABSTRACT
The reopening of proceedings is a significant legal mechanism that allows for the extraordinary review of finalized court judgments. This article provides a detailed examination of the mechanism of reopening proceedings as regulated under the Turkish Code of Civil Procedure (HMK), with a particular focus on the grounds upon which such requests can be based, the procedural requirements, and the applicable time limits. Furthermore, the importance of this institution in safeguarding individual rights and its contribution to the principle of the rule of law are evaluated. Grounds such as the improper constitution of courts, participation in proceedings by individuals lacking the status of legal representation, reliance on forged documents, and perjured testimony are highlighted as prominent reasons for reopening proceedings. This study aims to shed light on the legal nature, scope, and limitations of reopening proceedings while addressing practical challenges encountered in its application.
KeywordsRetrial, final judgment, extraordinary legal remedy.
GİRİŞ
Modern hukuk sistemleri, bireylerin adalete erişimini güvence altına alırken aynı zamanda hukuki istikrarı koruma amacı güder. Ancak yargı süreçleri, insan faktöründen kaynaklanan hatalar ya da usul eksiklikleri nedeniyle her zaman doğru sonuçlara ulaşamayabilir. İşte yargılamanın iadesi, koruma mekanizmalarından biridir. Kesin hükümle sonuçlanmış kararların dahi hukuki denetime tabi tutulmasını mümkün kılan bu kurum, adaletin tesisine yönelik önemli olağan üstü bir araç olarak hukuk düzeninde yerini almıştır. Yargılamanın iadesi, bireysel hakların korunması ile toplumsal vicdanın tatmini arasında denge kurmayı hedefleyen, aynı zamanda hukuk devleti ilkesini güçlendiren bir çözüm yoludur. Bu çalışmada, yargılamanın iadesine karşı başvurulabilecek kararlar ile yargılamanın iadesinin sebepleri üzerinde durulacaktır.
Yargılamanın iadesi kurumu HMK md. 374-381 arasında düzenlenmektedir. HMK md. 374’e göre yargılamanın iadesi, yalnızca kesinleşmiş ya da kesin bir şekilde hükme bağlanmış kararlar için mümkündür. Buna paralel olarak, md. 375’te belirtilen şartlar çerçevesinde yargılamanın iadesine ilişkin sebepler ayrıntılı şekilde belirtilmiştir. Örneğin, mahkemenin hukuka uygun bir şekilde teşkil edilmemesi, davaya bakması yasaklanmış bir hâkimin karar sürecine katılmış olması veya kararın temel dayanaklarının sahteliğinin ortaya çıkması gibi durumlar, yargılamanın iadesi için geçerli sebepler arasında yer almaktadır.
Kesin hüküm, toplum nezdinde adaletin sağlanması açısından büyük bir öneme sahiptir. Ancak kesin hükümlerin, kanuni süreçlere rağmen hata içermesi olasılığı da göz ardı edilmemelidir. Bu hatalar, toplum vicdanında derin yaralar açabilir ve hukukun adalet anlayışına gölge düşürebilir. Bu nedenle, kanun koyucu, olağanüstü bir denetim mekanizması olarak yargılamanın iadesi yolunu benimsemiştir. Bu düzenleme, kesin hükümlerde meydana gelebilecek yanlışlıkların düzeltilmesini mümkün kılarak adaleti yeniden tesis etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, yargılamanın iadesi, hukuk devleti ilkesinin bir yansıması olarak hukuk güvenliğini ve toplumsal huzuru güçlendiren önemli bir araçtır.
I. Genel Olarak Yargılamanın İadesi
Kanun yolları, mahkeme ilamlarının hukuka uygunluğunu kontrol ederek hukuk düzeninde istikrarı sağlamayı hedeflemektedir.[2] Geniş anlamıyla, mahkeme kararlarının denetlenmesi, düzeltilmesi veya iptali için başvurulan tüm hukuki yollar kanun yolu olarak kabul edilir. Ancak dar anlamda kanun yolu, yalnızca üst derece mahkemelerin nihai kararları incelemesi ve kesinleşmelerini engellemesi şeklinde tanımlanır. Yargılamanın iadesi ise bu tanıma uymamaktadır, çünkü bu yol yalnızca kesinleşmiş kararlar için uygulanır ve bir üst mahkemenin denetimine tabi değildir. Bu nedenle, yargılamanın iadesi, dar anlamda bir kanun yolu olarak nitelendirilemez.
A. Hukuki Niteliği
Mahkeme ilamı herhangi bir sebeple kesinleştiğinde, taraflar arasındaki uyuşmazlığın nihai olarak çözüldüğünün varsayıldığı söylenebilir. Bu çözümün, kural olarak hukuk ve toplumsal barışı sağladığı kabul edilmekte ve uyuşmazlık kural olarak yeniden yargıya taşınmamaktadır. Ancak, bazen kesin hüküm çerçevesinde hata yapılmış olabilir ve bu durum yargılama sürecini etkileyerek toplumsal barışı ve adaleti sarsabilir. Bu ihtimali düşünerek kanun koyucu, kesin hükümdeki bu tür eksiklikleri gidermek amacıyla yargılamanın iadesi yolunu düzenlemiştir. Yargılamanın iadesi, adaletin tecellisi ve yargıya olan güvenin korunması için olağanüstü bir imkân sunmaktadır.
Yargılamanın iadesi, HMK md. 374’e göre yalnızca kesinleşmiş veya kesin olarak verilmiş kararlara karşı talep edilebilen yeni bir davadır.[3] Hukuk sisteminde kesin hüküm, uyuşmazlıkların kalıcı olarak çözüldüğünü ve tekrar dava konusu edilemeyeceğini ifade etmektedir.[4] Ancak bu kesinlik, yalnızca şekli ve maddi anlamda usulüne uygun bir sürecin ardından geçerlilik kazanmaktadır.[5] Yargılamanın iadesi ise bu sürecin hata veya hukuka aykırılıklarla sonuçlandığı durumlarda bir düzeltme mekanizması olarak devreye girerek hukuki güvenliği zedelemeden adaletin sağlanmasına hizmet etmektedir.
Bu kurum, hukuk devleti ilkesinin ve hukuka olan güvenin teminatıdır. Ancak, kesin hükmün ortadan kaldırılması sınırlı durumlardan birine dayanmalıdır. HMK md. 375 ve md. 376’da belirtilen haller de bu durumu netleştirmektedir. Dolayısıyla yargılamanın iadesi, kesin hükmün etkilerini ortadan kaldırarak hatalı kararı düzeltmeyi amaçladığı söylenebilir.
HMK md. 303’e uygun maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen kararlara karşı yargılamanın iadesi talebinde bulunulamaz. Bu kapsamda HMK md. 388 kapsamında çekişmesiz yargıda verilen kararlar; İİK md. 134’te belirtilen ihalenin feshi, istihkak, İİK md. 89/4 hükmüne göre verilen icra hukuk mahkemesi kararları; esasa ilişkin feragat, sulh veya kabulün bulunduğu kararlara karşı yargılamanın iadesi talebinde bulunulamayacaktır.[6]
B. Yargılamanın İadesi Yoluna Başvurabilecekler
HMK md. 376 hükmü saklı tutularak yargılamanın iadesi talebinin, esas olarak hükümde yer alan taraflarca yapılabileceği görülmektedir.[7] Nitekim HMK md. 375/1-ı maddesine göre de yargılamanın her iki tarafı da bu yola başvurabilmektedir. Ancak davaya feri müdahil sıfatıyla katılmış üçüncü kişilerin, hüküm kesinleştikten sonra yargılamanın iadesi talep etme hakkı bulunmamaktadır.[8] Bununla birlikte, HMK md. 376’da belirtilen özel koşullar altında, tarafların alacaklıları veya hukuki halefleri de bu talepte bulunabilir.[9] Bu durumun bir diğer istisnası ise ortaklığın giderilmesi davasıdır.[10]
Yargılamanın iadesi dilekçesi, HMK md. 378/1 gereğince hükmü veren mahkeme tarafından değerlendirilmektedir. Ancak burada, aynı türde birden fazla mahkeme olması durumunda, başvurunun sadece kararı veren mahkemeye yapılması gerekmediği, aynı türden farklı bir mahkemeye de bu talebin iletilebileceği öğretide tartışmalı olarak ifade edilmektedir. Örneğin bu görüşe göre Eskişehir 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin verdiği bir hükme ilişkin yargılamanın iadesi talebi, aynı türden başka bir Asliye Ticaret Mahkemesine de yapılabilir.[11] Yargılamanın iadesi sebepleri aşağıda detaylıca izah edilecekse de[12] özellikle talep yargılamanın iadesi sebebi hüküm veren hâkimin yasaklılık durumuyla ilgiliyse, incelemenin başka bir hâkim tarafından yapılması gerekliliği doğabilir. Bu durum hem daha tarafsız hem de daha kapsamlı bir değerlendirme yapılmasını sağlayacağı için kabul edilebilir olsa da bu durum haricinde dosyaya aşinalığı, somut olaya ilişkin tüm ilk derece yargılaması boyunca hâkimin bilgisi ve olaylara hakimiyeti nedeniyle aynı hâkimin inceleme yapmasının daha uygun olabileceği, ayrıca HMK md. 378/1’in emredici olduğu, yetkiye ilişkin genel kurallardan ayrı olarak değerlendirilmesi gerektiği de öğretide karşı görüş olarak belirtilmiştir.[13] Kanaatimizce de HMK md. 378’e uygun olarak, yargılamanın iadesi başvurusu, kararı veren mahkemeye yapılmalı, talep aynı mahkeme tarafından incelenmelidir.
C. Başvuru ve Usul
Yargılamanın iadesi talebi, HMK m. 114’te belirtilen şartları taşıyan bir dava dilekçesiyle yapılmalıdır. Dilekçede, talebin dayandığı sebepler açıkça belirtilmeli ve ilgili deliller sunulmalıdır. Yargılamanın iadesine başvuru usulünün genel hükümler çerçevesinde değerlendirildiği göz önüne alındığında başvuru anında başvuru harcı, maktu veya nispi peşin harç ve karar harcı gibi genel haç ve masraflar da ödenmelidir.[14] Ayrıca, yargılamanın iadesi talebinde bulunulması hükmün icrasını durdurmaz. Ancak HMK md. 381’e göre mahkemeye teminat gösterilmesi şartıyla icranın durdurulması talebinde bulunulabilir. Hükmün icrasının durdurulması, talebin niteliğine ve somut olayın şartlarına göre mahkemece değerlendirilmektir. Eğer yargılamanın iadesi sebebi bir mahkeme kararına dayanıyorsa, bu durumda teminat aranmaz.
HMK md. 379’a göre yargılamanın iadesi talebinin yapılmasının ardından mahkeme, öncelikle tarafları davet ederek bir ön inceleme gerçekleştirir. Bu ön inceleme, genel hükümlere uygun olarak gerçekleştirilmekle birlikte, yargılamanın iadesine ilişkin özel hükümler çerçevesinde de değerlendirilir. Bu aşamada, talebin süresinde olup olmadığı, kesin hükmün mevcut şartları ve diğer yasal koşullar incelenir (HMK md. 379/1). Eğer yapılan değerlendirme sonucunda bu şartlardan herhangi birinin eksik olduğu tespit edilirse, talep esasa girilmeden reddedilir (HMK md. 379/2). Ancak, ön inceleme sonucunda hem genel hükümler hem de yargılamanın iadesine dair özel düzenlemeler bakımından herhangi bir eksiklik bulunmazsa, mahkeme talebin esası üzerinde inceleme yapmaya ve yargılamanın iadesi sebebini değerlendirmeye başlar.[15] Bu hususta yargılamanın iadesi talebi HMK md 375’te sınırlı sayıda belirtilen sebeplerden Vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülmüş ve karara bağlanmış olması veya tarafları ve konusu aynı iki kesinleşmiş hükmün çelişmesi sebeplerine dayanıyorsa mahkemece başkaca bir inceleme yapılmaksızın yargılamanın iadesi talebine konu hükmün iptaline karar verilirken; diğer sebepler için ise yeniden yargılama yapılır.[16] HMK md. 380’e göre yeniden yargılama neticesinde mahkeme tarafından hüküm onanabilir veya eski hüküm kısmen veya tamamen değiştirebilir.
D. Başvuru Süresi
HMK’da yargılamanın iadesine ilişkin hak düşürücü süreler ve bu sürelerin başlangıç noktaları konusunda farklı düzenlemeler öngörmüştür. HMK md. 377’e göre, yargılamanın iadesi davası açma süresi kanunda sayılan durumların ortaya çıkmasından itibaren 3 ay, her halde 10 yıl olarak belirlenmiştir. Bir başka anlatımla bu sürelerin başlangıç tarihleri, yargılamanın iadesi sebeplerine göre değişiklik göstermektedir. HMK m. 375’te yer alan diğer durumlarda ise süreler, kararın taraflara tebliğ edildiği tarih, yeni delilin elde edilmesi, hilenin fark edilmesi veya AİHM kararının tebliğ tarihi gibi olaylara bağlı olarak başlatılmaktadır. Bunun yanı sıra, 375/1-ı maddesi uyarınca bazı durumlarda yargılamanın iadesi süresi, ilgili ilama ilişkin genel zamanaşımı süresi kadar öngörülmüştür.
HMK md. 377’ye göre mahkemenin kanuna uygun şekilde teşekkül etmediğinin öğrenildiği tarih (HMK md. 375/1-a), davaya bakması yasak olan veya hakkında ret talebi kabul edilen hâkimin karara katıldığının öğrenildiği tarih (HMK md. 375/1-b) ve vekil veya temsilci olmayan kimselerin huzuruyla davanın görülüp karara bağlandığının anlaşılması (HMK md. 375/1-c) durumlarında kararın taraflara veya vekil veya temsilciye tebliğ edildiği, alacaklı veya davalı yerine geçenlerin karardan usulen haberdar olduğu tarih üç aylık süreyi başlatan durumlardır. Ayrıca, yargılama sırasında tarafın elinde olmayan sebeplerle ulaşılamayan bir belgenin elde edilmesinde (HMK md. 375/1-ç) yeni belgenin elde edildiği veya hilenin anlaşıldığı tarih; karara esas alınan bir senedin sahte olduğunun tespit edilmesi (HMK md. 375/1-d), tanığın yalan beyanda bulunduğunun sabit olması (HMK md. 375/1-e), bilirkişi veya tercümanın gerçeğe aykırı rapor verdiğinin anlaşılması (HMK md. 375/1-f) ve yeminin yalan yere edildiğinin ortaya çıkması (HMK md. 375/1-g) gibi durumlar da ceza mahkûmiyetine ilişkin hükmün kesinleştiği veya ceza kovuşturmasına başlanamadığı veya soruşturmanın sonuçsuz kaldığı tarih süre başlangıcında esas alınmıştır. Hükmün devamında 3 aylık sürenin; karara esas alınan ilamın bozularak kesin hüküm niteliğini kaybetmesi durumunda bu durumun öğrenildiği; İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme veya eki protokollerin ihlaline dayanan kararların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından tespit edilmesi (HMK md. 375/1-i) halinde ise süre, ilgili kararın kesinleşerek tebliğ edildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı belirtilmektedir. Bunun yanı sıra, HMK md. 375/ı hükmünde aynı taraflar arasında verilen çelişkili iki kararın da kesinleşmiş olması durumunda, yargılamanın iadesi talebi, ilama ilişkin zamanaşımı süresine tabi olduğu hükme bağlanmaktadır.
HMK m. 377’de yer alan hükümde, her durumda iade talebinin hükmün kesinleşmesinden itibaren on yıl içinde yapılması gerektiği belirtilse de AYM, bu hükmü, AİHM kararlarına dayalı iade talepleri yönünden iptal etmiştir.[17] AYM, bu iptal kararında, AİHM başvurularında önce AYM’ye bireysel başvuru yapılması şartı ve AİHM’in artan iş yükü gibi sebeplerle sürenin aşılabileceğine dikkat çekmiştir. Süre sınırlamasının, yargılamanın iadesi yolunu işlevsiz hale getirebileceği gerekçesi ayrıca kararda belirtilmiştir.
II. Yargılamanın İadesi Sebepleri
HMK md. 375 ve 376’da yargılamanın iadesi sebepleri sınırlı olarak düzenlenmektedir. HMK md. 375’te toplam 12 bent halinde belirtilirken, md. 376’da 3. kişilerin yargılamanın iadesi talebinde bulunma şartından bahsetmektedir. Kanunda belirtilen bu hususlar tamamen kesin hükmün etkilerinin kaldırılmasında adeta bir istisna niteliğinde olup tahdidi olarak sayılmıştır. Bu sebeple yargılamanın iadesi sebepleri kıyasla genişletilemez. Örneğin mahkeme ilamındaki maddi hatalar ile tebligatın usulsüzlüğü sebeplerine dayanarak yargılamanın iadesi talebinde bulunulamaz.[18]
A. Mahkemenin Kanuna Uygun Olarak Teşekkül Etmemiş Olması
HMK md. 375/1-a’ya göre bir mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması da yargılamanın iadesi sebepleri arasında yer almaktadır. Anayasa md. 142’ye göre mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmış olup mahkemelerin bu kanunlar çerçevesinde oluşturulmaması, işleyiş kurallarına uygun davranmaması durumunda kanuna aykırı şekilde teşekkül etmiş mahkemeler tarafından yapılan yargılamalar, HMK md. 375/1-a hükmüne göre yargılamanın iadesi sebebi oluşturmaktadır. Nitekim kanuna uygun teşekkül etmeyen bir mahkemenin, yargılama yapma yetkisi bulunmamakta ve verdiği karar da hukuki geçerlilik taşımamaktadır. Örneğin, heyet olarak karar alması gereken bir mahkemenin tek hâkimle karar vermesi ya da heyetin yargılamanın tüm aşamalarında hazır bulunmaması gibi durumlar, mahkemenin kanuna uygun teşekkül etmediği anlamına gelmektedir. Benzer şekilde, kanunun öngördüğü usullere aykırı şekilde atanan bir hâkim tarafından verilen kararlar da bu kapsamda değerlendirilmektedir.[19]
HMK md. 374’e göre, yargılamanın iadesi yalnızca kesinleşmiş ya da kesin hüküm niteliği taşıyan kararlara karşı talep edilebileceğinden bahsetmiştik.[20] Yok hüküm kavramı, hukuken hiçbir bağlayıcılığı bulunmayan ve icra edilmesi mümkün olmayan kararları ifade etmektedir. Bu tür kararlar, mahkeme sıfatını haiz olmayan bir organ tarafından verilmişse ya da hukuken geçerli bir yargılama süreci sonunda ortaya çıkmamışsa yok hüküm sayılır. Diğer yandan etkisiz hüküm kavramı, hukuki geçerliliği bulunan ancak beklenen hukuki etkiyi doğurmayan kararları ifade etmektedir. Öğretide kanuna uygun şekilde teşekkül etmemiş mahkemelerin kararlarının yok hüküm mü yoksa etkisiz hüküm mü olduğu konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.[21] Öğretide Anayasa atfıyla kanunla mahkeme olarak tanımlanmayan organ tarafından verilen kararlar ile tefhim edilmeyen hükümler yok hüküm olarak belirtilmiştir.[22] Etkisiz hükümde ise kararı veren organda bir sakatlık bulunmamakla birlikte davanın tarafları arasında var olmayan veya daha önce karara bağlanmış derdest bir ilişkiye yönelik karar verilmesi gibi durumlarda etkisiz hükümden bahsedilebilir.[23] Görüleceği üzere etkisiz hükümde yok hükümden farklı olarak ortada sözde geçerli bir mahkeme ilamından söz edilebilse de bu ilamın, gerçek bir ilam gibi hüküm ve sonuç doğurmadığı söylenebilir. Öğretide katıldığımız görüşe göre mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmediği durumlarda hükmün yok veya etkisiz olması fark etmeksizin HMK md. 375 lafzi yorumuyla doğrudan yargılamanın iadesinde talebinde bulunabilir.[24] Zira her iki durumda da HMK’da yargılamanın iadesi kurumundan beklenen menfaatin oluştuğu kabul edilmelidir.
HMK’da belirtilen yargılamanın iadesi sebepleri kıyas yolu ile genişletilemeyeceğinden bahsedilmişti. Bu doğrultuda mahkemenin görevsiz veya yetkisiz olduğu, hatta kesin yetki kuralının ihlal edilmiş olduğu durumlarda yargılamanın iadesi talebinde bulunulamaz.[25]
Bu hüküm kapsamında yargılamanın iadesi talebi; talebe konu mahkemenin kanuna aykırı kurulmuş olduğunun öğrenilmesinden itibaren 3 ay; her halde hükmün kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde ileri sürülmelidir.
B. Hâkimin Davaya Bakmaktan Yasaklılığı ve Reddi
HMK md. 377/1-b’ye göre HMK md. 34-36 hükümleri kapsamında davaya bakması yasak olan veya ilgili merci tarafından kesin şekilde reddine karar verilmiş olan hâkimin karar vermesi durumunda yargılamanın iadesi talep edilebilir.[26] HMK md. 34’te sayılan hallerde hâkimin davadan çekilmesi gerekmektedir. Aksi davranan hâkimin vermiş olduğu karar doğrudan yargılamanın iadesi sebebi olup yasaklı olmasaydı hükmün değişip değişmeyeceğinin bir önemi bulunmamaktadır.[27]
Bu hüküm kapsamında davanın her iki tarafı da kararın tebliğinden itibaren 3 ay; her halde hükmün kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunabilir. Bu doğrultuda tarafların hâkimin yasaklılık halini yargılama aşamasında biliyor olmasının da bir önemi bulunmamaktadır.[28] Bir başka anlatımla yargılamanın tarafları tarafından hakimin yasaklılık hali ilk derece yargılamasında veya istinaf aşamasında biliniyor olmasına rağmen ileri sürülmemişse de hükmün kesinleşmesinden sonra bu durum, yargılamanın iadesi talebi ileri sürülebilir.
C. Vekil veya Temsilci Olmayan Kimselerin Davaya Katılması
HMK md. 375/1-c’de belirtilen yargılamanın iadesi sebebi, hükmün ifade ettiği üzere ne iradi temsilci ne de kanuni temsilci sıfatını taşımayan bir kişinin davanın taraflarını temsilen yargılamaya katıldığı durumları kapsamakta olup talep hakkı ilgili davada vekil veya yasal temsilci tarafından temsil edilmemiş tarafa ait olduğu kabul edilmektedir.[29] Hukuki yetkisi bulunmayan, başka bir deyişle vekaletname sahibi olmadan yargılamada temsil yetkisi kullanan bir avukatın eylemi, bu düzenleme çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra, ilgili maddeden kanun koyucunun temsil hususunda iki farklı durumu düzenlediği anlaşılmaktadır. Bunlardan ilki, davada taraflardan birinin vekili sıfatıyla hareket eden kişinin yetkisiz olması, diğeri ise dava ehliyeti bulunmayan ve bu nedenle kanuni temsilci aracılığıyla temsil edilmesi gereken kişinin kanuni temsilci olmayan biri tarafından temsil edilmesidir.
Dava ehliyeti bulunan bir kişi, kural olarak kendi davasını açıp, bizzat takip edebilir. Ancak dava ehliyeti bulunan bir kişi, HMK md. 71 kapsamında hukuki işlemleri kendi adına yürütecek bir temsilci tayin etme hakkına da sahiptir. Vekil tayin edilmek istendiğinde, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu md. 35 uyarınca seçilen vekilin baroya kayıtlı bir avukat olması gerekmektedir. Ayrıca vekil tarafından HMK md. 114/f’ye uygun vekaletname de mahkemeye sunulmalı, vekaletnamede baro pulu ve vekalet harcı ödenmelidir.
Tüm bu hususların aksine bir dava, taraflardan birinin açık ve zımni[30] muvafakati olmaksızın bu konuda hukuken geçerli bir yetkisi olmayan vekil veya temsilci tarafından görülmesi halinde bu durum mutlak yargılamanın iadesi sebebi olarak tanımlanarak HMK md. 380/1 kapsamında başka bir inceleme yapılmaksızın kesin hükmün iptal edileceği emredici olarak hüküm altına alınmıştır.[31] Bu hüküm kapsamında ilgili davada aleyhine hüküm kurulan tarafa kararın tebliğinden itibaren 3 ay; her halde hükmün kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunabilir.
D. Yargılama Sırasında Elde Edilemeyen Bir Belgenin Karardan Sonra Elde Edilmesi
HMK md. 375/1-ç’ye göre yargılama sırasında, aleyhine hüküm verilen tarafın kontrolü dışında kalan nedenlerle elde edilemeyen bir belgenin, kararın verilmesinden sonra ele geçirilmesi durumu, yargılamanın iadesi sebeplerinden biri olarak sayılmaktadır. Bu hükmün uygulanabilmesi için öncelikle, yeni elde edilmiş bir belgenin varlığı şart olup bu belgenin, HMK’da tanımlanan belge niteliğine sahip bir bilgi taşıyıcı olması gerekir.[32] Ayrıca, söz konusu belge, iadesi talep edilen yargılama sırasında mevcut olmalıdır. Bununla birlikte, bu belgenin hükmün içeriğini etkileyebilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bir başka anlatımla, belge yargılamada dikkate alınmış olsaydı, hükmün farklı bir şekilde verilmesine ve bu durumun talepte bulunan tarafın lehine sonuç doğurmasına yol açabilecek bir belge olmalıdır.[33]
Diğer yandan, ticaret sicili veya tapu kayıtları gibi kamuya açık belgeler ya da 3. kişide olduğu bilinen ancak yargılama sırasında taraflarca ibrazı talep edilmeyen belgeler, sonradan elde edilme gerekçesiyle yargılamanın iadesi sebebi olarak öne sürülmemelidir. Yargılamanın iadesini talep eden tarafın, belgenin hükmün kesinleşmesinden sonra elde edilmesinin kontrolü dışında gerçekleştiğini ve bu konuda kusurlu olmadığını ispat etmesi gerekmektedir.[34]
Bunun yanı sıra, dava sırasında mevcut olmayan bir belgenin kesin hüküm tarihinden sonra düzenlenmesi durumunda, yargılamanın iadesi talebinde bulunulup bulunulamayacağı değerlendirilmelidir. Hüküm tarihinden sonra oluşturulan belgelerin, yargılamanın iadesi sebebi kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatindeyiz. Çünkü mahkemenin verdiği kesin hüküm, yalnızca hüküm anına kadar gerçekleşen olaylar üzerinde bağlayıcıdır. Hüküm tarihinden sonra ortaya çıkan olayların hükme etkisi olamaz. Bu tür bir durumda, belgenin oluşturduğu yeni hukuki durum için ayrı bir dava açılabilir. Ancak öğretide belgenin istinaf veya temyiz aşamasında ortaya çıkması halinde bu aşamalarda HMK md. 357/1 uyarınca yeni delil ileri sürülemeyeceğinden yargılamanın iadesine konu edilebileceği değerlendirilmektedir.[35] Bu hükme dayanılarak talep edilen yargılamanın iadesi talebinde ilgili belgenin elde edildiği tarihten itibaren 3 ay; her halde hükmün kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yapılması gerekmekte ise de belgenin istinaf veya temyiz aşamasında elde edilmesi durumunda hüküm kesinleşmeden bu kuruma başvurulamayacağından hak düşürücü 3 aylık sürenin hükmün kesinleşmesinden sonra başlaması gerekmektedir.[36]
Yargılamanın herhangi bir aşamasında dayanılan bir belgeye dayanılarak yargılamanın iadesi talebinde bulunulamaz. Ek olarak yargılamanın iadesini talep eden tarafın bu süreçte kusurlu olmadığını ispat etmesi gerekmektedir.[37]
E. Delillere İlişkin Yargılamanın İadesi
1. Sahte Belge
HMK md. 375/1-d uyarınca, hükme dayanak oluşturan bir senedin sahte olduğuna karar verilmesi ya da bu sahtelik durumunun mahkeme veya resmî makam önünde ikrar edilmesi, yargılamanın iadesi sebeplerinden sayılmaktadır.[38] Hükmün kesinleşmesinden sonra hükme esas alınan senedin sahte olduğunun ortaya çıkması halinde hükmün temelden sarsıldığı kabul edilebilir. Hukukî güvenlik ilkesine uygun hareket edilmesi adına kanun koyucu, bu durumu yargılamanın iadesi sebepleri arasında belirtmiştir.[39] Bu hüküm kapsamında senedin mahkeme kararı ile sahteliği tespit edilmiş ise, tespit eden mahkemenin kararının kesinleşmesinden; senedin sahteliği ikrar edilmiş ise ikrarın öğrenildiği tarihten itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunulmalıdır.[40]
Yargılamanın iadesine başvurulabilmesi için söz konusu belgenin karara esas alınmış olması gerekmektedir.[41] Örneğin, sahte olduğu anlaşılan belge dışında başka belgelerin de dava dosyasına dâhil olduğu durumlarda, kararın bu sahte belge olmaksızın da aynı yönde verileceği anlaşılırsa, bir başka anlatımla sahtelik hükmün temelini etkilemiyorsa yargılamanın iadesi sebebi oluşmamaktadır. Ancak, birden fazla belgenin zincirleme bir şekilde hükme etki ettiği, yani belgelerin birbirini destekleyerek ve yönlendirerek incelenmesi sonucu hükmün tesis edildiği durumlarda, zincirdeki belgelerden birinin sahte olması halinde yargılamanın iadesine başvurulabilir.[42]
Bu hüküm kapsamında yargılamanın iadesi talebinde bulunabilmek için belgenin esas alındığı hükmün verilmesinden sonra, bu belgenin sahteliği hakkında bir karar verilmiş olması ya da lehine hüküm verilen tarafın belgenin sahte olduğunu resmî bir makam veya mahkeme önünde kabul etmiş olması gerekir. Bu bağlamda, öncelikle belgenin sahteliğine ilişkin kesinleşmiş bir hukuk veya ceza mahkemesi kararı bulunması veya belgeyi kullanan tarafın bu sahteliği ikrar etmiş olması gerekmektedir. Şayet yargılamanın iadesine konu edilen sahtelik, hükmün kesinleşmesinden önce fark edilirse, yargılamanın iadesini talep eden tarafın, bu durumu bilmiyor olması gerekir. Hükmün kesinleşmesinin ardından belgenin sahte olduğu anlaşılırsa, diğer koşulların sağlanması hâlinde ise yargılamanın iadesine başvurulabilir.[43]
Ayrıca, yargılamanın iadesine başvuran tarafın, belgenin sahteliği hakkında bilgi edinme sürecinde kusurlu olup olmaması önem taşımamaktadır. Aynı şekilde, lehine hüküm verilen tarafın sahte belgeden haberdar olup olmaması ya da belgenin sahteliğinde rolünün bulunup bulunmaması da dikkate alınmamaktadır. Yargılamanın iadesi talebinde bulunan taraf, sahtelikle ilgili kesinleşmiş mahkeme kararını veya ikrarın belgelendiği resmî evrakı mahkemeye sunarak talebin incelenmesini sağlayabilir.
2. Yalan Tanıklık
Bir diğer delile ilişkin yargılamanın iadesi sebebi ise HMK md. 375/1-e’de belirtilmiş olup ilama dayanak olan bir tanığın, hükümden sonra yalan tanıklık yaptığı kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı ile tespit edilirse, bu durum kural olarak yargılamanın iadesi sebebi olarak kabul edileceği belirtilmektedir.[44] HMK md 375/2 kapsamında da delil yokluğundan farklı bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet kararı verilmemiş olması halinde kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı aranmamaktadır. Bu kapsamda yargılamanın iadesi talebinin geçerli olabilmesi için, öncelikle hükme esas teşkil eden bir tanık beyanının bulunması gerekmekte olup tanık beyanının hükme esas alınmış olmalıdır. Bu bağlamda, hükmün yalnızca tanık beyanına dayandırılmış olması şart olmayıp eğer hükmün esası ve dayanağı büyük ölçüde söz konusu tanık beyanına dayanıyorsa, yargılamanın iadesi yoluna başvurulabilmesi mümkündür.[45]
Bu hüküm kapsamında yalan tanıklıktan dolayı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunulmalıdır. Öğretide haklı olarak yargılamasının iadesi talebinde bulunacak tarafın, tanığın yalan tanıklıktan dolayı ceza aldığını öğrenmesinin güç olacağı, ilgili ceza yargılamasında da taraf olmaması durumunda bu durumun mağduriyete yol açabileceği değerlendirilmiş ve yargılamanın iadesi süresinin kesinleşmiş ceza mahkemesi kararını öğrenme tarihinden itibaren başlaması gerektiği öne sürülmüştür.[46]
3. Bilirkişi veya Tercümanın Kasten Gerçeğe Aykırı Beyanı
HMK md. 375/1-f’ye göre, hükme dayanak teşkil eden bir konuda bilirkişi veya tercümanın kasten gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunun sabit olması halinde yargılamanın iadesi yoluna başvurulabileceği hüküm altına alınmıştır. Hükmün lafzi yorumuna göre, bilirkişinin ya da tercümanın bilgisizlik veya ihmal sonucu hazırladığı raporlar veya yaptığı çeviriler bu kapsama girmemektedir. Ancak, bilirkişinin kasten gerçeğe aykırı bir rapor sunması veya tercümanın gerçeği yansıtmayan bir çeviri yapması durumunda yargılamanın iadesine başvurulabilir. Bu tür bir durumun yargılamanın iadesine dayanak teşkil etmesi için, bilirkişi ya da tercümanın gerçeğe aykırı hareket ettiğine dair kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararının bulunması gerekmektedir.[47] Yalan tanıklık durumunda olduğu gibi HMK md 375/2 kapsamında da delil yokluğundan farklı bir sebeple ceza kovuşturmasına başlanamamış veya mahkûmiyet kararı verilmemiş olması halinde bu durumda da kesinleşmiş ceza mahkemesi kararı aranmamaktadır. Tüm bunlara ek olarak bu hükme dayanılarak yargılamanın iadesi talebinde bulunulabilmesi için bilirkişi raporunun veya tercümanın çevirisinin hükme esas alınmış olması gerekir.[48] Başka bir anlatımla, bilirkişi ya da tercüman tarafından sunulan delilin yokluğunda, hükmün farklı bir şekilde sonuçlanacağı anlaşılıyorsa, bu delilin hükme esas teşkil ettiği kabul edilir. Bu hüküm kapsamında yalan tanıklıktan dolayı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunulmalıdır.
4. Yalan Yere Yemin
Son olarak HMK md. 375/1-g uyarınca, lehine hüküm verilen tarafın, hükme esas alınan yemini yalan yere ettiğinin ikrar veya yazılı bir delille tespit edilmesi, yargılamanın iadesi sebebi olarak düzenlenmiştir. Bu hüküm kapsamında yalan yeminden dolayı ceza mahkemesi kararının kesinleştiği itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunulmalıdır.
Usul hukukunda yemin, kesin delil niteliğinde kabul edildiği için yargılama sırasında yapılan yemin, hâkimi bağlamakta ve doğrudan hükmü etkilemektedir. Bu nedenle, yemin gibi kesin delil niteliğindeki bir işlemin yalan yere yapılması, önemli bir hukuka aykırılık olarak değerlendirilmiş ve yargılamanın iadesi sebepleri arasında yer almıştır. Ancak, yalan yere yemin edildiğine ilişkin ikrar veya yazılı delilin bulunması tek başına yeterli değildir. Kanun koyucu, HMK md. 375/2’de açıkça, yalan yere yemin edildiğine dair kesinleşmiş bir ceza mahkûmiyeti kararının bulunmasını da şart koşmuştur. Bunun yanı sıra, HMK md. 377’de, ceza mahkûmiyetine ilişkin hükmün kesinleştiği, ceza kovuşturmasının başlatılamadığı ya da soruşturmanın sonuçsuz kaldığı tarihten itibaren 3 aylık ve her halde 10 yıllık yargılamanın iadesi talebine ilişkin sürenin işlemeye başlayacağı belirtilmiştir. Yargılamanın iadesine başvurulduğunda, mahkeme, öncelikle yalan yere yemin vakıasını ön sorun olarak ele alır, bu durumun varlığını tespit ettiğinde, yargılamanın iadesine ilişkin esasın incelenmesine geçer.[49] Ayrıca, yalan yere yemin edildiğinin yazılı delillerle ispatlanması gereklidir. Tanık beyanıyla yalan yere yemin edildiğinin kanıtlanması, yargılamanın iadesi sebebi oluşturmamaktadır.[50]
F. Karara Esas Alınan Bir Hükmün, Kesinleşmiş Başka Bir Hükümle Ortadan Kaldırılması
HMK md. 375/1-ğ kapsamında karara dayanak teşkil eden bir hükmün, kesinleşmiş başka bir mahkeme kararıyla ortadan kaldırılması durumu yargılamanın iadesi sebebi olarak düzenlemiştir. Bu hüküm kapsamında yargılamanın iadesini talep etme süresi, talepte bulunan tarafın ilamın kesin bir hükümle ortadan kalktığını öğrendiği tarihten itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıldır.[51] Ayrıca bu durumun yargılamanın iadesine gerekçe oluşturabilmesi için bazı şartların bir arada bulunması gerekmektedir. Öncelikle, kesin delil niteliği taşıyan bir hükmün, mevcut karara esas alınmış olması gerekmektedir. Akabinde, bu kesin delil niteliğindeki hükmün, kesinleşmiş bir mahkeme kararı ile ortadan kaldırılmış olması gerekmektedir. Zira bu aşamada kesin delil olarak kullanılan hükmün başka bir karar ile ortadan kaldırılması durumunda, ikinci karar hukuki temelden yoksun hale gelmektedir.
Yargılamanın iadesine başvurulabilmesi için, ortadan kaldırılan hükmün yalnızca mevcut yargılamada etkili olması yeterli değildir. Söz konusu hükmün, ikinci kararda kesin delil olarak kullanılmış olması gerekmektedir.[52] Bu bağlamda, ortadan kaldırılan hükmün, ikinci hükmün dayanağı olduğu ve hükme esas teşkil ettiği açıkça ortaya konulmalıdır. Kesinleşmiş bir hükme dayanak teşkil eden hükmün hukuk, ceza veya idare mahkemesi tarafından verilmiş olmasının herhangi bir önemi bulunmadığı kanaatindeyiz.
G. Hileli Bir Davranışta Bulunmak
HMK md. 375/1-f’ye göre lehine karar verilen tarafın, karara etkili olacak şekilde hileli bir davranışta bulunması halini yargılamanın iadesi sebebi olarak düzenlenmiştir. Bu düzenlemede yalan yere yemin, gerçeğe aykırı rapor veya beyan gibi durumların yanı sıra, hükme tesir eden diğer hileli davranışların da hukuken bertaraf edilmesi istenildiği kanaatindeyiz. Bu durumda hileli davranışın ne olduğu somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Yargılamanın iadesine başvurulabilmesi için öncelikle hileli bir davranışın hükmün esasında etkili olması gerekmektedir.[53] Hükme tesir etmeyen hileli davranışlar yargılamanın iadesi sebebi teşkil etmemesi gerekir. Örneğin, karşı tarafın adresini yanlış göstererek tebligat hilesi yapmak, tebligatın geçerli kabul edilmesi ve tarafın yokluğunda karar verilmesi sonucunu doğurmuşsa, bu durum hükme etkili bir hile olarak değerlendirilebilir.[54]
Bu hükme dayanarak yapılan yargılamanın iadesi başvurusunda hâkim, hile iddiasını değerlendirirken TBK md. 36 kapsamındaki hile ile sınırlı kalmamalıdır.[55] Yargıtay tarafından hile, “Gerçekte var olan olayların bilerek ve isteyerek gizlenmesi veya sahte olaylara dayanarak karşı tarafın aldatılması” olarak tanımlanmaktadır.[56] Bu doğrultuda kanaatimizce de hâkim her somut olayın koşullarına göre, olayların bilerek gizlenip gizlenmediğini veya sahte olgulara dayanılarak karşı tarafın aldatılmaya çalışılıp çalışılmadığını ayrı ayrı tespit ederek karar vermelidir.
Ek olarak belirtmek gerekir ki hilenin tespit edilmesi için bir ceza mahkemesi kararı gerekli değildir.[57] Ayrıca hileli davranış, aktif bir eylem şeklinde olabileceği gibi, çekinme veya susma yoluyla pasif bir şekilde de gerçekleştirilebilir.[58] Son olarak hilenin farkına varılmasından itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıl içerisinde yargılamanın iadesi talebinde bulunulmalıdır.[59]
H. Tarafları ve Konusu Aynı İki Kesinleşmiş Hükmün Çelişmesi
HMK md. 375/1-ı bendi kapsamında bir dava sonucunda verilen hükmün kesinleşmesinden sonra, ilgili hükmün tarafları, konusu ve sebebi aynı olan ikinci bir davada, ilk hükme aykırı bir karar verilmesi ve bu kararın da kesinleşmesi halinde yargılamanın iadesine başvurulabileceği düzenlenmektedir. Bu hüküm kapsamında yargılamanın iadesi talebinde bulunma süresi HMK md. 372/2’ye göre 10 yıl olup süre ikinci hükmün kesinleşmesinden itibaren başlamaktadır.[60]
Bu düzenlemenin uygulanabilmesi için öncelikle her iki hükmün de tarafları, dava konusu ve vakıalar bakımından aynı olması ve her iki kararın da kesinleşmiş olması gerekmektedir. Hukuk sistemimizde aynı konuda çelişen iki kesin hükmün oluşmasını önlemek amacıyla derdestlik ve kesin hüküm itirazı olmak üzere iki temel dava şartı öngörülmektedir.[61] Şayet hükümlerden biri henüz kesinleşmemişse derdestlik veya kesin hüküm itirazında bulunulmalıdır.
HMK md. 375/1-ı’ya göre yargılamanın iadesine başvurulabilmesi için iki kesinleşmiş hükmün birbiriyle çelişmesi ve tarafların, ikinci dava sırasında, ilk hükmün varlığından haberdar olmamış olması gerekmektedir.[62] İkinci dava sırasında kesin hüküm itirazında bulunulmuş, ancak bu itiraz reddedilmiş ve karar kesinleşmişse, çelişen ikinci bir hükümden söz edilemeyecektir. Eğer tarafları, konusu ve sebebi aynı olan çelişen iki kesin hüküm, biri idare mahkemesi diğeri hukuk mahkemesi tarafından verilmişse ve bu durum hükümlerin icrasını engelliyorsa, kesin bir çözüm için Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurulması gerekir.[63] Son olarak çelişen iki kesin hüküm nedeniyle yargılamanın iadesine başvurulacaksa, başvurunun hangi hükme karşı yapılacağı açıkça talepte belirtilmelidir.[64] Mevcut bir hüküm varken ikinci bir yargılama yapılmışsa, yargılamanın iadesi talebi ikinci hükmü veren mahkemeye yapılması gerektiği kanaatindeyiz.[65]
İ. AİHM Tarafından Verilen İhlal Kararı
HMK md. 375/1-i kapsamında bir mahkeme kararının, İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme (AİHS) veya bu sözleşmenin eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi ya da AİHM’e yapılan başvuru sonucunda dostane çözüm veya tek taraflı deklarasyon ile düşme kararı verilmesi durumu, yargılamanın iadesi sebebi olarak düzenlenmiştir.
Bu durumda yargılamanın iadesini talep etme süresi, AİHM’nin kesinleşen kararının tebliği tarihinden itibaren 3 ay; her halde yargılamanın iadesine konu ilamın kesinleşmesinden itibaren 10 yıldır.[66]
J. Üçüncü Kişiler Açısından Yargılamanın İadesi
Yargılamanın iadesi talep etme hakkı kural olarak kesin hükmün taraflarına aittir. Hükmün taraflarını ilgilendiren bir durum olduğundan, tarafların bu yola başvurmalarında hukukî yararları bulunmaktadır. Bununla birlikte, kanun koyucu belirli koşullar altında üçüncü kişilere de istisnai olarak yargılamanın iadesi talebinde bulunma hakkı tanımıştır. Bu üçüncü kişiler, HMK m. 376’da belirtildiği üzere, davanın taraflarından birinin alacaklıları veya aleyhine hüküm verilen tarafın yerine geçen kişilerdir.
HMK md. 376 hükmü; davanın taraflarından birinin alacaklılarının ya da aleyhine hüküm verilen tarafın yerine geçen kişilerin, borçluları veya yerine geçtikleri kişilerin aralarında anlaşarak hile yapmaları nedeniyle hükmün iptalini talep edebileceklerini düzenlemektedir. HMK m. 376’nın gerekçesinde bu durum, davacı ile davalının anlaşarak hile yapması olarak ifade edilmektedir.[67] Bu kapsamdaki yargılamanın iadesi sebebinin temelini tarafların yargılama öncesinde muvazaalı bir şekilde sonucu önceden belirleyerek istedikleri yönde bir karar almayı amaçlamaları oluşturmaktadır. Bu tür bir hileli davranış, lehine karar verilen tarafın hükme tesir eden hileli davranışını düzenleyen yargılamanın iadesi sebebiyle benzerlik taşısa da iki durum; ilk durumda taraflar yargılama dışındaki üçüncü kişilere zarar vermek amacıyla hile yaparken, ikinci durumda lehine karar verilen tarafın yaptığı hile söz konusu olması sebebiyle birbirinden ayrılmaktadır.[68] HMK m. 376’da düzenlenen hile, doğrudan davanın tarafları arasında değil, mahkeme ve üçüncü kişiler aleyhine yapılmaktadır. Örneğin, bir murisin, mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla üçüncü bir kişiyle muvazaalı bir anlaşma yaparak, aleyhine tasarrufun iptali yönünde bir dava açılmasını sağladığı, ardından kasten davayı kaybedecek şekilde hareket etmesi durumunda mirasçılar açısından söz konusu hükme karşı yargılamanın iadesi yoluna başvurma hakkı olduğu kabul edilebilir.[69]
SONUÇ
Yargılamanın iadesi, hukuk sisteminde kesin hükümle sonuçlanmış yargı kararlarının olağanüstü bir denetime tabi tutulmasını sağlayan önemli bir mekanizmadır. Bu kurum, bireysel hakların korunması, hukuki güvenliğin sağlanması amacını taşırken, toplumsal barışın güçlendirilmesinde de kritik bir rol oynamaktadır. HMK’da ayrıntılı bir şekilde düzenlenen yargılamanın iadesi sebepleri, bu kurumun ancak belirli ve sınırlı durumlarda uygulanmasına olanak tanıyarak kesin hükmün kaldırılmasında istisnai durumlardır. Her ne kadar öğretide yargılamanın iadesi talebinin hangi mahkemeye yapılacağı yönünde tartışma bulunsa da HMK md. 378’e uygun olarak, yargılamanın iadesi başvurusu, kararı veren mahkemeye yapılmalıdır.
Çalışmamız boyunca değerlendirilmiş olan çeşitli sebepler, bu kurumun kapsam ve sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır. Örneğin, mahkemenin kanuna uygun teşkil edilmediği durumlarda, kararın doğrudan geçersiz olduğu ve yargılamanın iadesi yolunun bu eksiklikleri gidermek için devreye girdiği vurgulanmıştır. Aynı şekilde, vekil sıfatı taşımayan kişilerin davaya katılması halinde, kararın geçerliliği doğrudan etkilenmekte ve yargılamanın iadesine konu edilebilmektedir.
Sahte belge, yalan tanıklık veya bilirkişinin kasten gerçeğe aykırı beyanı gibi durumlarda ise, bu eksikliklerin hükmün esasını etkilediğinin açık bir şekilde ispatlanması gerekmektedir. Özellikle, zincirleme belgelerin birinde sakatlık olması durumunda, zincir içinde yer alan tüm belgelerin hükme etkisi bulunduğu kabul edilerek, yargılamanın iadesine başvurulabileceği sonucuna ulaşılmıştır.
Hileli davranışlarla ilgili düzenlemelerde, hâkimin her somut olayın şartlarına göre, taraflarca bilerek ve isteyerek gerçekleştirilen gizleme veya yanıltma eylemlerini tespit etmesi gerektiği kanaatine varılmıştır. Bu tür hileli davranışların tespit edilmesi, sadece taraflar arasında değil, mahkemeye karşı yapılan hileleri de kapsayarak, yargılamanın iadesi kurumunun kapsamını genişletmektedir.
Kural olarak yargılamanın iadesi yoluna sadece taraflarca başvurulabilse de HMK md. 376 kapsamında üçüncü kişilere tanınan yargılamanın iadesi hakkı, adaletin yalnızca taraflar arasında değil, üçüncü kişilere karşı da sağlanması gerektiğini göstermektedir. Muvazaalı işlemlerle zarar gören alacaklılar veya mirasçılar gibi üçüncü kişilere tanınan bu hak, hukuk sisteminin bütünlüğünü ve tarafsızlığını koruma amacı taşımaktadır.
Kanaatimizce, yargılamanın iadesi mekanizması, yalnızca bireysel hakların korunması açısından değil, toplumsal vicdanın tatmini ve hukuk devletinin güçlenmesi bakımından da vazgeçilmez bir araçtır. Ancak, bu mekanizmanın kötüye kullanılmasını önlemek için kanunda belirtilen sebeplerin tahdidi olarak sayılmış olması önemlidir. Hukukun evrensel normlarına uygun şekilde düzenlenen bu kurum, özellikle AİHM kararları bağlamında uluslararası hukukun gerekliliklerini yerine getirme açısından da önem arz etmektedir.
[1] Eskişehir Barosu, ahmetseyhan@seyhanpartners.com, ORCID: 0000-0002-3766-3858
[2] Atalı, Murat / Ermenek, İbrahim / Erdoğan, Ersin, Medeni Usul Hukuku, 7. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2024, s. 599.
[3] Kuru, Baki / Aydın, Burak, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. 2, 3. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2024, s. 1551.
[4] Zekeriya, Yılmaz, Yargılanmanın Yenilenmesi (İade-i Muhakeme), Adalet Yayınları, 2013, s. 44.
[5] Günay, Erhan, Olağanüstü Kanun Yolları, 4. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2023, s. 362 vd.
[6] Kuru / Aydın, s. 1558-1559.
[7] Kuru / Aydın, s. 1549.
[8] Pekcanıtez, Hakan / Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet, Medenî Usûl Hukuku Ders Kitabı, 12. Baskı, 2024, İstanbul, s. 520.
[9] Pekcanıtez / Atalay / Özekes, s. 521 vd; Atalı / Ermenek / Erdoğan, s. 520 vd; Kuru / Aydın, s. 1549.
[10] Yargıtay HGK, E. 2005/6-229, K. 2005/259, T. 13.04.2005, Yargıtay Karar Arama, E.T. 30.12.2024.
[11] Pekcanıtez / Atalay / Özekes, s. 521 vd; Atalı / Ermenek / Erdoğan, s. 675.
[12] Bknz. §2
[13] Kuru / Aydın, s. 1552.
[14] Yargıtay 2. HD., E. 2016/3800, K. 2016/7462, T. 02.04.2016, Yargıtay Karar Arama, E.T. 30.12.2024.
[15] Atalı, Murat / Ermenek, İbrahim / Erdoğan, Ersin, s. 677.
[16] Kuru / Aydın, s. 1555.
[17] AYM, E. 2022/7, K. 2022/79, T. 21.06.2022, https://normkararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/ND/2022/79, E.T.; 30.12.2024, ayrıca bknz. https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuatmetin/1.5.6100.pdf, E.T. 30.12.2024, dn. 62)
[18] Kuru / Aydın, s. 1549.
[19] Namlı, Mert, Türk ve Fransız Medeni Usul Hukuku'nda Yargılamanın Yenilenmesi, Beta Yayıncılık, 2014, s. 184 vd.
[20] Bknz. § I-A.
[21] Boran Güneysu, Nilüfer, Medenî Usûl Hukukunda Karar, Adalet Yayınevi, 2014, s. 284 vd.
[22] Özekes, Muhammet, “Medenî Usûl Hukukunda Yok Hüküm ve Etkisiz Hüküm”, Yargıtay Dergisi, C. 26, S. 4, 2000, s. 672.
[23] Namlı, s. 123; Özekes, s. 687.
[24] Tanrıver, Süha, Medenî Usûl Hukuku, C. 2, Yetkin Yayınları, Ankara, 2022, s. 150; Namlı, s. 184 vd.
[25] Kuru / Aydın, s. 1549.
[26] Kuru / Aydın, s. 1535.
[27] Namlı, s. 195.
[28] Tanrıver, s. 152; ayrıca bknz. Namlı, s. 196 vd.
[29] Kuru / Aydın, s. 1535.
[30] Davayı vekaletnamesi olmaksızın takip eden avukatın, temsil ettiğini iddia ettiği asil ile duruşmada birlikte bulunması durumunda yargılamanın iadesi talebinde bulunulamayacağı yönünde karar için bknz. Yargıtay HGK, E. 2002/2-401, K. 2002/451, T. 29.05.2002,
[31] Kuru / Aydın, s. 1536.
[32] Tanrıver, s. 155.
[33] Kuru / Aydın, s. 1536.
[34] Yargıtay 20. HD, E. 2012/12042, K. 2012/373, T. 19.01.2012, www.sinerjimevzuat.com.tr, E.T. 01.01.2025.
[35] Kuru / Aydın, s. 1536.
[36] Kuru / Aydın, s. 1538.
[37] Tanrıver, s. 155; Kuru / Aydın, s. 1537; Yargıtay 5. HD, E. 2016/12818, K. 2016/26, T. 12.01.2016, www.sinerjimevzuat.com.tr, E.T. 01.01.2025.
[38] Kuru / Aydın, s. 1538.
[39] Namlı, s. 287.
[40] Kuru / Aydın, s. 1538.
[41] Kuru / Aydın, s. 1539.
[42] Budak, Ali Cem / Varol Karaaslan, Medeni Usul Hukuku, 8. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2024, s. 285; Tanrıver, s. 157.
[43] Tanrıver, s. 159.
[44] Kuru / Aydın, s. 1539 vd.
[45] Namlı, s. 302.
[46] Kuru / Aydın, s. 1539.
[47] Bilirkişi veya tercümanın gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu iddiası kapsamında ceza kovuşturması herhangi bir sebeple yapılamamış veya sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması durumunda dahi hukuk mahkemesi tarafından yargılamanın iadesi talebinde bulunulan iddiaların incelenmesi gerektiği görüşü için bknz. Kuru / Aydın, s. 1540 vd.
[48] Tanrıver, s. 162.
[49] Tanrıver, s. 164.
[50] Günay, s. 373.
[51] Kuru / Aydın, s. 1542.
[52] Namlı, s. 350.
[53] Yargıtay 19.HD, E. 2010/6899, K. 2010/8785, T. 12.07.2010, www.sinerjimevzuat.com.tr, E.T. 01.01.2025.
[54] Namlı, s. 357.
[55] Yargıtay 2. HD, E. 2007/11640, K. 2007/11596, T. 19.07.2007, www.sinerjimevzuat.com.tr, E.T. 01.01.2025.
[56] Yargıtay HGK, E. 2003/6-169, K. 2003/183, T. 19.03.2003, www.sinerjimevzuat.com.tr, E.T. 01.01.2025.
[57] Günay, s. 374.
[58] Günay, s. 374.
[59] Kuru / Aydın, s. 1544.
[60] Kuru / Aydın, s. 1546.
[61] Pekcanıtez / Atalay / Özekes, s. 259.
[62] Kuru / Aydın, s. 1546; Günay, s. 375; Namlı, s. 228.
[63] Tanrıver, s. 169.
[64] Tanrıver, s. 169.
[65] Namlı, s. 228.
[66] Kuru / Aydın, s. 1547.
[67] HMK md. 376’nın gerekçesi.
[68] Boran Güneysu, s. 26.
[69] Atalı / Ermenek / Erdoğan, s. 672.
KAYNAKÇA
Atalı, Murat / Ermenek, İbrahim / Erdoğan, Ersin, Medeni Usul Hukuku, 7. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2024.
Boran Güneysu, Nilüfer, Medenî Usûl Hukukunda Karar, Adalet Yayınevi, 2014.
Budak, Ali Cem / Varol Karaaslan, Medeni Usul Hukuku, 8. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2024.
Günay, Erhan, Olağanüstü Kanun Yolları, 4. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2023.
Kuru, Baki / Aydın, Burak, Medeni Usul Hukuku El Kitabı, C. 2, 3. Baskı, Yetkin Yayıncılık, Ankara, 2024.
Namlı, Mert, Türk ve Fransız Medeni Usul Hukuku'nda Yargılamanın Yenilenmesi, Beta Yayıncılık, 2014.
Özekes, Muhammet, “Medenî Usûl Hukukunda Yok Hüküm ve Etkisiz Hüküm”, Yargıtay Dergisi, C. 26, S. 4, 2000, s. 661-699.
Pekcanıtez, Hakan / Atalay, Oğuz / Özekes, Muhammet, Medenî Usûl Hukuku Ders Kitabı, 12. Baskı, 2024, İstanbul.
Tanrıver, Süha, Medenî Usûl Hukuku, C. 2, Yetkin Yayınları, Ankara, 2022.
Zekeriya, Yılmaz, Yargılanmanın Yenilenmesi (İade-i Muhakeme), Adalet Yayınları, 2013.
Comments